22 Ağustos 2009 Cumartesi

En büyük Nepal!

Chitwan


Nehirin kenarında yemyeşil, tertemiz bir kasaba Chitwan. Nehrin karşı tarafı orman, vahşi orman.
Nehirin bir kısmında biz görmemiş olsak da timsahlar var. Kasabada dükkanlar, şahane yemekleriyle restoranlar var. Filler üstlerinde binicileriyle her yerdeler. O kadar büyük, o kadar güzeller ki! Saygı duyuyorum kendilerine...

Chitwan'da genel olarak keyif yaptık. Hergün birkaç saat yagmur yagdı. Etrafımız dumanlı dağlar ve göz alabildiğine yeşilliklerle kaplıydı. Nepal'i her geçen gün daha çok seviyoruz... insanlar kibar ve güleryüzlü. Hindistan'dan daha zengin değiller ama çok daha temizler. Çevreye ve hayvanlara sevgi duyuyorlar. Seni sadece para kazanacakları kişiler olarak değil, misafirleri olarak görüyorlar.

3.günümüzde fil üreme merkezine gittik. Otostop yaptığımız bir tur jipiyle köy yolundan geçip minik bir kanoyla nehirden karşıya geçtik.
Fil üreme merkezinde hamile ve anne filler var, üreme anını göremiyorsun yani... filler hamileliklerinde ve bebeleri 4 yaşına gelene kadar çalşmıyorlar. Burda kalıp çocuklarıyla ilgileniyorlar. Etrafta bir sürü anasının dizi dibinde bebe fil vardı. Bebekler belli bir yaşa gelince eğitiliyorlar. Bu fikir gerçekten benim kalbimi parçalıyor. O muazzam hayvanların insanların emrinde çalışması akıl alır gibi değil. Fillerin durumu burada doğada, sirkte çalışan arkadaşlarından çok daha iyi diye düşünerek kendimi yalandan avuttum. Bir de burdaki köylüleri at, eşek paklamaz, ormanda fillere ihtiyaçları var. Filler ormanda yaralı vahşi hayvanların kurtarılmasında da yardımcı olarak kullanılıyorlar.

Merkezde bir tane etrafta dolaşan yavru fil vardı. Oranın maskotu gibi olmuş zilli. Biz de kendisine bisküvi verdik, çok memnun oldu... ama Pedro'nun elindeki bisküviler bitince sinirlenip Pedro'ya bir kafa koydu, yere düşürdü. Çok komikti.

Dönüşte bir tarafı pirinç tarlaları ile kaplı köy yolundan kasabaya kadar yürüdük ve saf huzurla dolduk...

Ertesi gün akşamüstü fil üstünde safariye çıktık. Filin binicisi filin boynunda, 4 kişi de filin sırtında oturuyor ve o şekilde ormana dalınıyor. Ormanda gergedanlar ve geyikler gördük. Kaplan görmek zor işmiş, göremedik de zaten. Ama gergedanlara 2 metre kadar yaklaştık. Anne, baba ve çocuk birlikte otluyorlardı, bizi umursamadılar bile... Geyikler çok güzeldi, bizi görünce donup kalıyorlardı, heykel gibi dikildikten sonra birden koşmaya başlıyorlardı. Filimiz gerekli yerlerde binicisinin komutuyla çalıları sökerek yolu açıyordu, safariye başlamadan yağıp duran yağmur ormanı mis gibi yapmıştı ve yapraklardan üstümüze damlalar düşüyordu.

Chitwan'da 5 gün kaldık ve her anından keyif aldık. Akşamları içip muhabbet ettik, gündüzleri etrafta dolaşıp ve her yoldan geçen fil karşısında şaşırmaktan vazgeçmedik.

NEPAL


Lumbini

Varanasi'den ayrıldıktan sonra 7 saat tren yolculuğu ve 3 saat otobüs yolculuğundan sonra sınıra vardık. Kısa süren vize işlemlerinden sonra Nepal sınırından yürüyerek geçtik... Hemen bir araba bulduk ve sınıra en yakın görülesi yer olan Budha'nın doğduğu Lumbini'ye doğru yola çıktık. 1 saat sonra Lumbini'ye vardık ve bir otele yerleştik. Lumbini çok küçük bir kasaba, etrafta görülesi tek bir yer var, o da Budha'nın doğumyeri. Ertesi gün bisiklet kiralayıp otelimize 10 dakika uzaklıktaki Budistler tarafından kutsal sayılan yere gittik, Buda'nın üstünde doğduğu taşı gördük. Güzel ve eski bir taştı. Hehe

Esas güzel olan kısım etrafındaki kocaman parktı. Kasaba büyüklüğündeki bu parkta birçok ülkenin budist manastırı vardı. Isteyen turitler bu manastırlarda da kalabiliyor, sadece bir bağış yapmaları gerekiyor, ne kadar bağışlayacakları kendilerine kalmış. Park kuzey ve güney olarak ayrılmış ve ortasında dar uzun kocaman bir havuz var, havuzun başında bir ateş yanıyor, bu ateş dünyadaki barış için yakılmış, ve bir çok ülkeyi dolaştıktan sonra buraya yerleştirilmiş. İronik olan ise ateşin başladığı yerin amerika olması...

Bisikletle parkta gezerken çoğu manastırın kapıları kapanmıştı. Kore manastırının ise kapıları açıktı.
Bir göz atalım diye içeri girdik, kapıdaki görevli yemek saati olduğunu ve istersek bizim de katılabileceğimizi söyledi. Hemen içeri girdik ve budist rahiplern hazırladığı yemeğimizi yedik, sonrada gönlümüzden kopanı bağış kutusuna attık. Seyahatimizin ilk zamanları olsa bu manastırda kalmaya can atardım. Ama 3 aydan sonra gerçekten biraz lüks arıyorum. Luks dediğim ise banyo odada olsun, odada vantilator olsun.... baska bisey degil yani...

Lumbini'de 2 gün kaldık. Ordan Katmandu yolu üzerinde Nepal'in en büyük vahşi yaşam parklarından biri olan Chitwan'a gitmeye karar verdik.

Ölümün şehri

Varanasi



Kutsal ana Ganj'ın yanında bir kasaba. Motosiklet, bisiklet, inek ve insanlarla dolu daracık labirent gibi sürekli cenazelerin geçtiği sokaklar. Ganj'a inen merdivenler, Ganj'ın kenarında minik meydanlar. Ölülerin yakıldığı ve küllerinin Ganj'a serpildiği yakım merdivenleri. Daracık sokaklardan geçen cenazeler. Ölümünü bekleyen yaşlılar... Herşey o kadar farklı ve çarpıcıydı ki!







İlk gün otelden çıktık ve 2 dakika sonra tesadüfen yakım merdivenlerine vardık. Heryer yakılan cesetlerin kokusu ve dumanıyla kaplıydı. Ölüler odunların arasında açık hava altında yakılıyor, etrafta odunları taşıyan adamlar, aileden cenazeyi temsil eden bir kişi, yakımı izleyen insanlar ve dolanan inekler var. Hemen yakım yerine bakan binalarda Ganj'a ölümlerini beklemek için gelen hasta ve yaşlılar kalıyor, manzaraları yakın gelecekleri... Çocuklar ve hamile kadınların cenazeleri saf oldukları ve ateşle saflaştırılmaya ihtiyaçları olmadığı için yakılmadan Ganj'a bırakılıyor. Yılan soklamsı sonucu ölenler de, yılan tanrı şivanın kolyesi olduğu için saf sayılıyor. Bir de din adamları ve hayvanlar yakılmıyor. Etrafta hüzün yok, ağlayanlar yok, Ganj'a külleri bırakılanlar direk nirvanaya ulaşıyor, reankarne olmuyor, hayat döngüsünü tamamlamış ruhlar olarak kabul ediliyor.


Ganj kıyısı boyunca birbiryle alakasız bir sürü şey görmek mümkün. Suda dolanan bufololar ve köpekler. Çamaşırlarını ya da kendilerini Ganj'ın pis sularında yıkayan insanlar. Yüzenler. Nehrin kenarında meditayon yapanlar. Geceleri büyük meydanda dini gösteri ve izleyen yüzlerce insan. Ganj'a hacı olmaya gelmiş orda burda uyuyanlar. Yakılan ölüler tüm bunlardan sadece 30 metre uzakta!

Otelimizin çatı restoranı gezginlerle dolu. 2 İsrailli hatun ve 1 İspanyol'la grup olduk, hep beraber takıldık. Liat ve İrit İsrailli doktorlar, stajlarına başlamadan önce Hindistan'da geziyorlar, İspanyol Pedro, çatlağın teki, kötü ingilizcesiyle sürekli konuşuyor, çok komik.
Tanıştığımız günün ertesi labirent sokakların dışındaki anayolda biryere gitmeye çalışırken bir sinema salonu gördük ve akşam filme gitmeye karar verdik. Filmin adı Aşk, yeni bir Hint filmi, altyazı olmadığı için herşeyi anlamasakda, baya keyif aldık. Çok güzel manzaraları olan bir filmdi, eskide ve günümüzde geçiyordu... filmin ortasında Pedro ne zaman dans edecekler diye sordu, ve filmde alakasız bir sahnede hoppaa dans etmeye başladılar, seyircilerden dansa katılan olmadı ama İrit'in dediğine göre seyircilerin de dans ettiği sinema salonlarında bulunmuslar. Hehehehe

Filmden çıktık ve kendi aramızda konuşmaya başladık, keske sokaklarda insanlar dans etse filmdeki gibi diye... yürürken küçük bir tapınağın önünde insanlar toplanmıştı ve içerden müzik sesi geliyordu. Bizi de içeri davet ettiler, hayatımda gördüğüm en absürd sahneydi. Tapınağın tabanı buzla kaplıydı, tanrı heykelinin etrafı buz, çiçekler ve viski şişeleri ile doluydu. Anlamaya çalışmadık, Hindistan'da herşeyi anlamaya çalışmanın akıl sağlığına zararlı olduğunu bilecek kadar uzun süredir bulunuyoruz. Ağzımız bir karış açık tapınaktan ayrıldık, 20 metre gitmemiştik ki bizi geri çağırdılar... bir baktık herkes sokakta dans etmeye başlamış, filmde ki gibi!!! biz de döndük aralarına katılıp dans ettik... Viski tanrısını ve danslarını seviyoruz...
Varanasi ilk günerden sonra bizi hasta etmeye başladı. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak. Uyumak zorlaştı, herkes ishal oldu... sanki yakılan ölülerin hayaleti her yerdeydi. Hava çok ağırdı.
Varanasi'de son günümüzde kayıkla karşı kıyıya geçmeye karar verdik. Karşı kıyı boş ve su bufololarının takıldığı bir yer olarak görünüyordu bizim taraftan. Gidip Varanasi manzarasında zıplama fotoğrafları çekelim dedik. Karşı kıyıya varmamızla hevesimiz boğazımızda düğüm olarak kaldı. Etraf insan kemikleriyle doluydu. Muhtemelen yakılmadan suya bırakılan kimi ölüleri kemikleri akıntıyla buraya varmış. Etrafta kemiklerin arasında köpekler takılıyor. Çobanlar bufololara bakıyor. Sanki etrafta insan kemikleri yok, papatyalar var... Varanasi'de son günümüz olduğu için tekrar sevinip, otelimize döndük.


Varanasi'de toplam 8 gün kaldık, bir türlü ayrılamadık. 8 günün sonunda kızlar evlerine dönmek üzere Delhi'ye gittiler. Biz İspanol Pedro ile Nepal'in sınırına doğru yola çıktık. Hindistan'dan ayrılacağımız için çok mutluyduk.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Oldu mu simdi Taj Mahal?

Agra

Delhi' de 2 gun kaldik. Cok pahali ve cok sicakti. Biz cok yorgunduk o yuzden, sehirde gezip tembellik yaptik. Sali sabahi erkenden Agra trenine bindik. Simdiye kadar bindigimiz en afili trendi. 2 saatlik yolda hem kahvalti hem ogle yemegi servisi yaptilar. Vagonlar otobus gibi duzenlenmisti, rahat koltuklar filan. Neyse Agraya vardik, hotele gittik, odaya esyalari koyup terasa bir ciktik, manzara ayan beyan Taj Mahal. Pek bir etkileyici, pek bir guzel...



Ilk 2 gun Pedrocum circir oldu o yuzden pek birsey yapamadik. Cok afili serinleticisi olan odamizda takildik, Taj'in etrafinda dolastik. Etraf hayvanat bahcesi. Ineklere ve kecilere alismistik, burda bir de maymun ve sincaplar eklendi sokaklardaki hayvan trafigine. Catilarda, etraftaki agaclarda, sokakta... her yerdeler.



Pedro iyilesince, anlastigimiz bir tuktuk surucusu bizi tura cikardi. Agra kalesi'ne gittik ilk. Taj Mahal'i yaptirah sah, oglu tarafindan tahttan indirilince burada hapis tutulmus olumune kadar. Cok guzek Taj manzarasi vardi bir, onun disinda yesillik, sincaplar, saraylar filan...




Ordan Mini Taj'a gittik, bebek Taj da deniliyor. Saray yavrusu dediklerinden. Taj'in yavrusu iste ama anneye pek cekmemis. Yine de guzel bir saraydi da 50 cocuk surekli bizi izlediginden pek iyi vakit gecirmedik. Ordan da Taj'in arka tarafini gorebilecegimiz bir yere gittik, Taj'a baktik' Taj bize bakti...

Ertesi sabah gundogumunda Taj Mahal'e gittik. Kisi basi 750 rupi bayildik. Az buz para diil 750 rupi nerdeyse 2 gunluk otel parasi. Ve tam bir hayal kirikligiydi. Taj Mahal'e uzaktan bakmak guzel. Icinde bir sey yok. Mermer de mermer hem icindeyken binayi goremiyorsun. Hic hos degil. Taj manzarali yerlere gitmeyi Taj'a gitmeye tercih etmek lazimmis.


Agra'dan Daramsalaya gitmeyi planlamistik ama baktik ki herkes Ganj nehrinin gectigi Hintliler icin cok kutsal olan Varanasi'ye gidiyor, biz de planimizi degistirdik ve Varanasi'ye tren biletimizi aldik. 12 saat trende gece yolculugu sonunda Varanasi'ye varicaz.