22 Ağustos 2009 Cumartesi

En büyük Nepal!

Chitwan


Nehirin kenarında yemyeşil, tertemiz bir kasaba Chitwan. Nehrin karşı tarafı orman, vahşi orman.
Nehirin bir kısmında biz görmemiş olsak da timsahlar var. Kasabada dükkanlar, şahane yemekleriyle restoranlar var. Filler üstlerinde binicileriyle her yerdeler. O kadar büyük, o kadar güzeller ki! Saygı duyuyorum kendilerine...

Chitwan'da genel olarak keyif yaptık. Hergün birkaç saat yagmur yagdı. Etrafımız dumanlı dağlar ve göz alabildiğine yeşilliklerle kaplıydı. Nepal'i her geçen gün daha çok seviyoruz... insanlar kibar ve güleryüzlü. Hindistan'dan daha zengin değiller ama çok daha temizler. Çevreye ve hayvanlara sevgi duyuyorlar. Seni sadece para kazanacakları kişiler olarak değil, misafirleri olarak görüyorlar.

3.günümüzde fil üreme merkezine gittik. Otostop yaptığımız bir tur jipiyle köy yolundan geçip minik bir kanoyla nehirden karşıya geçtik.
Fil üreme merkezinde hamile ve anne filler var, üreme anını göremiyorsun yani... filler hamileliklerinde ve bebeleri 4 yaşına gelene kadar çalşmıyorlar. Burda kalıp çocuklarıyla ilgileniyorlar. Etrafta bir sürü anasının dizi dibinde bebe fil vardı. Bebekler belli bir yaşa gelince eğitiliyorlar. Bu fikir gerçekten benim kalbimi parçalıyor. O muazzam hayvanların insanların emrinde çalışması akıl alır gibi değil. Fillerin durumu burada doğada, sirkte çalışan arkadaşlarından çok daha iyi diye düşünerek kendimi yalandan avuttum. Bir de burdaki köylüleri at, eşek paklamaz, ormanda fillere ihtiyaçları var. Filler ormanda yaralı vahşi hayvanların kurtarılmasında da yardımcı olarak kullanılıyorlar.

Merkezde bir tane etrafta dolaşan yavru fil vardı. Oranın maskotu gibi olmuş zilli. Biz de kendisine bisküvi verdik, çok memnun oldu... ama Pedro'nun elindeki bisküviler bitince sinirlenip Pedro'ya bir kafa koydu, yere düşürdü. Çok komikti.

Dönüşte bir tarafı pirinç tarlaları ile kaplı köy yolundan kasabaya kadar yürüdük ve saf huzurla dolduk...

Ertesi gün akşamüstü fil üstünde safariye çıktık. Filin binicisi filin boynunda, 4 kişi de filin sırtında oturuyor ve o şekilde ormana dalınıyor. Ormanda gergedanlar ve geyikler gördük. Kaplan görmek zor işmiş, göremedik de zaten. Ama gergedanlara 2 metre kadar yaklaştık. Anne, baba ve çocuk birlikte otluyorlardı, bizi umursamadılar bile... Geyikler çok güzeldi, bizi görünce donup kalıyorlardı, heykel gibi dikildikten sonra birden koşmaya başlıyorlardı. Filimiz gerekli yerlerde binicisinin komutuyla çalıları sökerek yolu açıyordu, safariye başlamadan yağıp duran yağmur ormanı mis gibi yapmıştı ve yapraklardan üstümüze damlalar düşüyordu.

Chitwan'da 5 gün kaldık ve her anından keyif aldık. Akşamları içip muhabbet ettik, gündüzleri etrafta dolaşıp ve her yoldan geçen fil karşısında şaşırmaktan vazgeçmedik.

NEPAL


Lumbini

Varanasi'den ayrıldıktan sonra 7 saat tren yolculuğu ve 3 saat otobüs yolculuğundan sonra sınıra vardık. Kısa süren vize işlemlerinden sonra Nepal sınırından yürüyerek geçtik... Hemen bir araba bulduk ve sınıra en yakın görülesi yer olan Budha'nın doğduğu Lumbini'ye doğru yola çıktık. 1 saat sonra Lumbini'ye vardık ve bir otele yerleştik. Lumbini çok küçük bir kasaba, etrafta görülesi tek bir yer var, o da Budha'nın doğumyeri. Ertesi gün bisiklet kiralayıp otelimize 10 dakika uzaklıktaki Budistler tarafından kutsal sayılan yere gittik, Buda'nın üstünde doğduğu taşı gördük. Güzel ve eski bir taştı. Hehe

Esas güzel olan kısım etrafındaki kocaman parktı. Kasaba büyüklüğündeki bu parkta birçok ülkenin budist manastırı vardı. Isteyen turitler bu manastırlarda da kalabiliyor, sadece bir bağış yapmaları gerekiyor, ne kadar bağışlayacakları kendilerine kalmış. Park kuzey ve güney olarak ayrılmış ve ortasında dar uzun kocaman bir havuz var, havuzun başında bir ateş yanıyor, bu ateş dünyadaki barış için yakılmış, ve bir çok ülkeyi dolaştıktan sonra buraya yerleştirilmiş. İronik olan ise ateşin başladığı yerin amerika olması...

Bisikletle parkta gezerken çoğu manastırın kapıları kapanmıştı. Kore manastırının ise kapıları açıktı.
Bir göz atalım diye içeri girdik, kapıdaki görevli yemek saati olduğunu ve istersek bizim de katılabileceğimizi söyledi. Hemen içeri girdik ve budist rahiplern hazırladığı yemeğimizi yedik, sonrada gönlümüzden kopanı bağış kutusuna attık. Seyahatimizin ilk zamanları olsa bu manastırda kalmaya can atardım. Ama 3 aydan sonra gerçekten biraz lüks arıyorum. Luks dediğim ise banyo odada olsun, odada vantilator olsun.... baska bisey degil yani...

Lumbini'de 2 gün kaldık. Ordan Katmandu yolu üzerinde Nepal'in en büyük vahşi yaşam parklarından biri olan Chitwan'a gitmeye karar verdik.

Ölümün şehri

Varanasi



Kutsal ana Ganj'ın yanında bir kasaba. Motosiklet, bisiklet, inek ve insanlarla dolu daracık labirent gibi sürekli cenazelerin geçtiği sokaklar. Ganj'a inen merdivenler, Ganj'ın kenarında minik meydanlar. Ölülerin yakıldığı ve küllerinin Ganj'a serpildiği yakım merdivenleri. Daracık sokaklardan geçen cenazeler. Ölümünü bekleyen yaşlılar... Herşey o kadar farklı ve çarpıcıydı ki!







İlk gün otelden çıktık ve 2 dakika sonra tesadüfen yakım merdivenlerine vardık. Heryer yakılan cesetlerin kokusu ve dumanıyla kaplıydı. Ölüler odunların arasında açık hava altında yakılıyor, etrafta odunları taşıyan adamlar, aileden cenazeyi temsil eden bir kişi, yakımı izleyen insanlar ve dolanan inekler var. Hemen yakım yerine bakan binalarda Ganj'a ölümlerini beklemek için gelen hasta ve yaşlılar kalıyor, manzaraları yakın gelecekleri... Çocuklar ve hamile kadınların cenazeleri saf oldukları ve ateşle saflaştırılmaya ihtiyaçları olmadığı için yakılmadan Ganj'a bırakılıyor. Yılan soklamsı sonucu ölenler de, yılan tanrı şivanın kolyesi olduğu için saf sayılıyor. Bir de din adamları ve hayvanlar yakılmıyor. Etrafta hüzün yok, ağlayanlar yok, Ganj'a külleri bırakılanlar direk nirvanaya ulaşıyor, reankarne olmuyor, hayat döngüsünü tamamlamış ruhlar olarak kabul ediliyor.


Ganj kıyısı boyunca birbiryle alakasız bir sürü şey görmek mümkün. Suda dolanan bufololar ve köpekler. Çamaşırlarını ya da kendilerini Ganj'ın pis sularında yıkayan insanlar. Yüzenler. Nehrin kenarında meditayon yapanlar. Geceleri büyük meydanda dini gösteri ve izleyen yüzlerce insan. Ganj'a hacı olmaya gelmiş orda burda uyuyanlar. Yakılan ölüler tüm bunlardan sadece 30 metre uzakta!

Otelimizin çatı restoranı gezginlerle dolu. 2 İsrailli hatun ve 1 İspanyol'la grup olduk, hep beraber takıldık. Liat ve İrit İsrailli doktorlar, stajlarına başlamadan önce Hindistan'da geziyorlar, İspanyol Pedro, çatlağın teki, kötü ingilizcesiyle sürekli konuşuyor, çok komik.
Tanıştığımız günün ertesi labirent sokakların dışındaki anayolda biryere gitmeye çalışırken bir sinema salonu gördük ve akşam filme gitmeye karar verdik. Filmin adı Aşk, yeni bir Hint filmi, altyazı olmadığı için herşeyi anlamasakda, baya keyif aldık. Çok güzel manzaraları olan bir filmdi, eskide ve günümüzde geçiyordu... filmin ortasında Pedro ne zaman dans edecekler diye sordu, ve filmde alakasız bir sahnede hoppaa dans etmeye başladılar, seyircilerden dansa katılan olmadı ama İrit'in dediğine göre seyircilerin de dans ettiği sinema salonlarında bulunmuslar. Hehehehe

Filmden çıktık ve kendi aramızda konuşmaya başladık, keske sokaklarda insanlar dans etse filmdeki gibi diye... yürürken küçük bir tapınağın önünde insanlar toplanmıştı ve içerden müzik sesi geliyordu. Bizi de içeri davet ettiler, hayatımda gördüğüm en absürd sahneydi. Tapınağın tabanı buzla kaplıydı, tanrı heykelinin etrafı buz, çiçekler ve viski şişeleri ile doluydu. Anlamaya çalışmadık, Hindistan'da herşeyi anlamaya çalışmanın akıl sağlığına zararlı olduğunu bilecek kadar uzun süredir bulunuyoruz. Ağzımız bir karış açık tapınaktan ayrıldık, 20 metre gitmemiştik ki bizi geri çağırdılar... bir baktık herkes sokakta dans etmeye başlamış, filmde ki gibi!!! biz de döndük aralarına katılıp dans ettik... Viski tanrısını ve danslarını seviyoruz...
Varanasi ilk günerden sonra bizi hasta etmeye başladı. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak. Uyumak zorlaştı, herkes ishal oldu... sanki yakılan ölülerin hayaleti her yerdeydi. Hava çok ağırdı.
Varanasi'de son günümüzde kayıkla karşı kıyıya geçmeye karar verdik. Karşı kıyı boş ve su bufololarının takıldığı bir yer olarak görünüyordu bizim taraftan. Gidip Varanasi manzarasında zıplama fotoğrafları çekelim dedik. Karşı kıyıya varmamızla hevesimiz boğazımızda düğüm olarak kaldı. Etraf insan kemikleriyle doluydu. Muhtemelen yakılmadan suya bırakılan kimi ölüleri kemikleri akıntıyla buraya varmış. Etrafta kemiklerin arasında köpekler takılıyor. Çobanlar bufololara bakıyor. Sanki etrafta insan kemikleri yok, papatyalar var... Varanasi'de son günümüz olduğu için tekrar sevinip, otelimize döndük.


Varanasi'de toplam 8 gün kaldık, bir türlü ayrılamadık. 8 günün sonunda kızlar evlerine dönmek üzere Delhi'ye gittiler. Biz İspanol Pedro ile Nepal'in sınırına doğru yola çıktık. Hindistan'dan ayrılacağımız için çok mutluyduk.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Oldu mu simdi Taj Mahal?

Agra

Delhi' de 2 gun kaldik. Cok pahali ve cok sicakti. Biz cok yorgunduk o yuzden, sehirde gezip tembellik yaptik. Sali sabahi erkenden Agra trenine bindik. Simdiye kadar bindigimiz en afili trendi. 2 saatlik yolda hem kahvalti hem ogle yemegi servisi yaptilar. Vagonlar otobus gibi duzenlenmisti, rahat koltuklar filan. Neyse Agraya vardik, hotele gittik, odaya esyalari koyup terasa bir ciktik, manzara ayan beyan Taj Mahal. Pek bir etkileyici, pek bir guzel...



Ilk 2 gun Pedrocum circir oldu o yuzden pek birsey yapamadik. Cok afili serinleticisi olan odamizda takildik, Taj'in etrafinda dolastik. Etraf hayvanat bahcesi. Ineklere ve kecilere alismistik, burda bir de maymun ve sincaplar eklendi sokaklardaki hayvan trafigine. Catilarda, etraftaki agaclarda, sokakta... her yerdeler.



Pedro iyilesince, anlastigimiz bir tuktuk surucusu bizi tura cikardi. Agra kalesi'ne gittik ilk. Taj Mahal'i yaptirah sah, oglu tarafindan tahttan indirilince burada hapis tutulmus olumune kadar. Cok guzek Taj manzarasi vardi bir, onun disinda yesillik, sincaplar, saraylar filan...




Ordan Mini Taj'a gittik, bebek Taj da deniliyor. Saray yavrusu dediklerinden. Taj'in yavrusu iste ama anneye pek cekmemis. Yine de guzel bir saraydi da 50 cocuk surekli bizi izlediginden pek iyi vakit gecirmedik. Ordan da Taj'in arka tarafini gorebilecegimiz bir yere gittik, Taj'a baktik' Taj bize bakti...

Ertesi sabah gundogumunda Taj Mahal'e gittik. Kisi basi 750 rupi bayildik. Az buz para diil 750 rupi nerdeyse 2 gunluk otel parasi. Ve tam bir hayal kirikligiydi. Taj Mahal'e uzaktan bakmak guzel. Icinde bir sey yok. Mermer de mermer hem icindeyken binayi goremiyorsun. Hic hos degil. Taj manzarali yerlere gitmeyi Taj'a gitmeye tercih etmek lazimmis.


Agra'dan Daramsalaya gitmeyi planlamistik ama baktik ki herkes Ganj nehrinin gectigi Hintliler icin cok kutsal olan Varanasi'ye gidiyor, biz de planimizi degistirdik ve Varanasi'ye tren biletimizi aldik. 12 saat trende gece yolculugu sonunda Varanasi'ye varicaz.


27 Temmuz 2009 Pazartesi

Sular Seller

Delhi

Yorgunluktan uyuyamadığım bir gecenin ve 3 saatlik bir uçak yolculuğunun sonunda Delhi'deyiz. Taj Mahal'e yarın değil öbür gün gitmeye karar verdik. Yolculukla geçmeyecek bir güne ihtiyacımız var. Delhi gerçekten farklı bir yer. Büyük ve organize bir şehir. Bol yeşillikli, düzgün trafikli. İnsanlar modern görünüşlü.


Gelir gelmez tren istasyonunun yakınlarında bir otel bulup yerleştik. Bizim şansımıza aylardır beklenen yağmur bugün yağmaya başladı. Ama ne yağmak. Otele gelirken hafiften yağmaya başlamıştı, odaya girdik, duş yapıp birşeyler yedik. Ben bi hava alayım diye balkona çıktım. Heryer su içinde. Öyle bir sel almış ki heryeri. İşte böyle.



Pedro paçaları gerçek anlamda sıyırıp foto çekmeye başladı, ben de kendisine 5 dakika kadar eşlik edip, odaya geldim ve bacaklarımı 1483920 kere yıkadım.


Bu fotograflar cekildikten sadece yarim saat sonra ortada hic su kalmadi. Bunu da belirtmek isterim!

Mis gibi!

Ooty

Madurai'den Ooty'ye gelmek tam bir günlük işkence kadar sürdü. Otobüse bin 5 saatte Coinbatore, ordan otobüse bin Ooty otobüsüne git, ordan Ooty otobüsü 3,5 saat daha... Canımız çıkmış bir halde Cuma gecesi otele vardık. Tanrım o ne tatlı bir soğuk, Madurai cehenneminden sonra... Sabah bir uyandık ki, Ooty'ye gelmek herşeye değermiş. Ooty bir dağ şehri, hava gayet serin, odamız göl manzaralı, hava güneşli ve mis gibi, etraf yemyeşil. Maalesef burda sadece 1 buçuk gün kalabildik.


Cumartesi günü, ertesi gün için Ooty'ye gelme amacımız oyuncak ya da minyatür tren denilen mini trene yerimizi ayırttık sonra da gezindik durduk. Botanik bahçesine gittik, tepelere tırmandık, kabile köyü zannederek bir köye gittik, normal köy çıktı... Ooty'nin etrafında köylerde kabileler yaşıyor, biz söyleyenlerin yalancısıyız, görmediğiiz için de Hint köy kabilesi ne demek pek bir şey söyleyemeyeceğim... Otelde duvara asılı fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla renkli elbiseler giyip dans eden ve turistlerle fotoğraf çektiren insan topluluğuna kabile deniyor.



Cumartesi gecesi modern şehir Ooty'nin modern bir burger pizza mekanına gittik. Burger dediğime bakmayın saf vejeteryan. Burgerler patatesten filan... Pedro fasulyeli pizza yedi nedense, ve Hindistan ishaliyle yakından tanıştı. Benim anlamadığım hiç çekinmeyip sokaklardaki yıkık dökük esnaf lokantalarında yemek yiyoruz bi bok olmuyo, modern yerler bağırsak bozuyor...

Ooty'nin kalbimizde özel bir yer olmasını sağlayan şey ise, Hindistan'da ilk travestileri gördüğümüz yer olması. Çarşıdan geçerken bir bakalım ki sarilerini giymiş iki genç delikanlı. Saçlar kısa filan, göğüsler tahta ama giymiş işte sarisini çıkmış çarşıya... Bir mutlu oldum ben nedense, öyle işte...

Pazar günü oyuncak trenmize bindik. Yahu bu ne manzara! Bu ne yeşil! Seyahat toplam 3 buçuk saat sürdü, dışarıya bakmaktan boynum ağrıdı, çok güzeldi, yazılacak gibi değil.

Bir istasyonda 10 dakika mola verildi, dışarı bir çıktım, etraf maymun dolu. Bildiğin maymun, hayvan olan maymun... yavrular annelerinin kucaklarında, ordan oraya koşturuyolar. Tren geldi diye bir coşku hayvanlarda. Milletin elinden yemeklerini kapıyorlar, onları besle diye türlü maymunluk yapıyorlar... Çok heyecanlandım ben, Pedroya maymunlar maymunlar, maymunlara bak, ona da bak, buna da bak demekten bir hal oldum.

Trenden inince Coinbatore otobüsüne bindik, 1 saatte vardık. Yorgunluktan ölür halde gördüğümüz ilk otele kapağı attık. Yarın Delhi'ye uçuyoruz. Öbür gün Taj Mahal!

Temple Memple

Madurai

Tenhi'deyken Madurai hakkında baya bi çalıştık. İlk defa neler yapacağımıza nereleri göreceğimize karar vermiş olarak bir yere vardık. Burası tapınak mekanı. Hindistan'ın güneyindeki en büyük tapınak burada bulunuyor. Tapınak demek haksızlık olur, tapınak kompleksi. Ayrıca şehir merkezinin dışında bir büyük tapınak daha var. Bunun dışında tadilatda olduğundan gidemediğimiz bir saray ve Gandhi müzesi de burada.

İlk önce şehir merkezindeki tapınaklar kompleksi Sri Meenakshi'ye gittik. Gez gez bitmez bir tapınak! İçeride ayrıca bir müze, bir kapalı çarşı ve büyükçe bir tapınak havuzu var. Bol bol tanrı heykeli mevcut, önünde dua eden, şarkılar söyleyen insanlar. Tapınağın bir de fili var, 1 rupiyi hortumuna koyuyorsun, o da seni kutsuyor. Bol bol kutsandık. Tapınakların her köşesi başka güzel. Kimi kısımlara Hindu olmayanlar giremiyor kapıdan röntgenliyor... Bu tapınağa toplam 3 kere gittik. Birinde tanrı Şiva'ya mum yaktık, dilek diledik, kendisinin kudretini göriciizzzz...

Başka bir gün şehir dışındaki Trirupparankundram tapınağına gidip ismini deftere bakmadan düzgün söyleyebilmek için adak adadık ama hala başarılı olamadık. Bu tapınağa Salı ve Perşembe günleri evliliğinde sorunları olan kadınlar gelip mumlar yakıp çiçekler bırakıyormuş. Bizim evliliğimizde bir sorun olmadığından sadece tanrı Kali'ye dualarını üzerimizden eksik etmesin diye minik tereyağ topları fırlattık. Tapınağın havuzunun etrafındaki maymunları izleyip baya bir eğlendik. Tapınağın içinde farklı tanrı heykellerine bakıp, putlar yıkılacak herkes birgün müslüman olacak diye bağırdım, sonra Pedro'nun katolik olduğunu hatırladım, Türkçe bilmediği için sevinip Şiva'ya bir mum yaktım... Adamın teki avucumuza süt döktü, Şivanın spermini temsil eden kutsal süt imiş, içtik biz de... Tamam Şiva'nın spermi fikri pek hoş değil ama kiliselerde de İsa'nın kanı, eti diye şarapla ekmek vermiyolar mı ayol?

Bir gün de Gandi müzesine gittik. Madurai, Gandi'nin normal kıyafetlerini giymekten vazgeçip, halkım sefalet içindeyken ben de daha fazlasını hak etmiyorum diyerek sadece el dokuması beyaz bez parçasını giymeye başladığı yer. Müzede Hindistan'ın İngilizlerden kurtuluşunu anlatan fotoğraf ve yazılar, onun dışında Gandi'ye ait kimi kişisel eşyalar, mektuplar, fotoğraflar vardı. Müzenin en önemli parçası Gandi öldürüldüğünde giymekte olduğu beyaz bez parçasıydı. Kan lekeleri de görünüyordu... Ama müzedeki eşyalar pek iyi korunmamış, kir pas içinde... Delhi'de daha büyük bir Gandi müzesi varmış ama sanırım gidemeyiz.

Madurai'de 5 gün kaldık, odamız o kadar sıcaktı ki fanı açmadan durmak mümkün değildi. Fan öyle bir gürültü yapıyordu ki uyumak mümkün değildi... bilmece gibi oldu yahu... o zaman biz nerde uyuduk? Odamız da tabi ki! Ay ilahi...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Tembel Gezgin














1 aydan fazla oldu yazmayalı, evet! Ne yapalım, tembelim ben... Artık daha sık yazıcam diye kendime söz vere vere bir hal oldum, ama bir türlü vakit ayıramadım işte... Animal rescue Kerala'dan sonra daha da bir tembelleştim. Arada İsanbul'a gidip geldik, 3 haftalığına... Şu anda Madurai'deyiz. Son bir buçuk ayı toparlayıp yazıcam, hadi hayırlısı.

VARKALA (Haziran)

Animal Rescue Kerala'da planladığımızdan çok kaldık, çok da iyi yaptık. 3 haftamız gerçekten harika geçti. Oradan trenle Varkala'ya geçtik. Gayet turistik bir mekan Varkala, ama düşük sezon olduğu için bir çok yer kapalıydı, 1 haftamızı burada keyif yaparak geçirdik. Sahil güzel ama deniz akıntı yüzünden pek girilecek gibi değildi. Gezgin değil de turistmişiz gibi bir şımarıklılıkla yedik içtik yan gelip yattık. Muson yağmurları yavaştan yüzünü göstermeye başladı, geceleri sürekli yağmur yağdı, şansımıza gündüzler bulutlu olmasına karşın yağışlı değildi. 1 hafta hemen geçiverdi, Varkala'dan trene atladığımız gibi Hindistan'ın Venedik'i Allapey'e gittik.

ALLAPEY

Allapey Hindisan'ın Kerala eyaletinde gayet turistik güzel bir kasaba. Kasaba nehir kollarıyla bölünmüş bir halde. Hava nemli ve bol sivrisinekli. İseyen nehirde yüzen tekne-ev kiralayıp orada kalabiliyor, isteyen günlük kano ya da tekne turuna çıkabiliyor. Tekne-evler biraz tuzlu, ya da bize öyle geldi o yüzden paşa paşa normal bir otelde kalıp günlük tur yaptık nehirde. Kanoyla 5 saat boyunca gezdik, nehrin kenarlarındaki köylerde durduk. Ulaşım sadece küçük kayıklarla sağlanıyordu bu köylerde, komşuya mı gidicen atka kayığa geç karşıya, pazara mı çıkıcan, yine kayığına binicen, tatlı tatlı kürek çekicen. Nehir sadece ulaşım yolu değil, aynı zamanda çamaşırlarını yıkadıkları, balık tuttukları, banyo yaptıkları yer! Nehir kenarında evler, evlerin arkalarında pirinç tarlaları... Sular içinde herkes, bir de musonlar başladımı, önün, arkan, sağın, solun, üstün su! 5 saatlik tur tam bir terapiydi bizim için, öyle bir huzur hali, alışılmadık manzaralar. Çok sevdik Allapey'i. Kuzenimin düğünü için İstanbul'a gitmeyecek olsak, birkaç gün daha kalıp aynı turu hergün yapabilirdik.



Ernakulam-Munnar-Tenhi ( 12 Temmuz Tekrar Hindistan)

3 hafta İstanbul'da kaldıktan sonra, tekrar Hindistan'dayız! Uçağımız yolculuğumuzun başındaki gibi Kochi'ye indi. Bir gece Ernakulam'da kaldıktan sonra 4 saat otobüsle Hindistan'ın en büyük çay ekim merkezi Munnar'a vardık. Tepelerde kilometreler boyunca çay bahçeleri. Etraf dumanlı dağlar, have buzzzz... Kaldığımız 2 gün boyunca yağmur ha durdu ha duracak diye bekledik ama hiç durmadı. O yüzden Munnar'ın muhteşem manzaralarının keyfini pek çıkaramadık. Sadece bir gün tuktukla manzara tepesine gittik, yağmurun hafiflediği anlarda fotoğraf çektik. Biz oraya varmadan önceki günlerde hava çok güzelmiş, şans işte! Bol bol otel odamızda film seyrettik bizde.


Munnar'dan 4 saatlik korkunç ama süper manzaralı otobüs yolculuğundan sonra Hindistan'ın en turistik olmayan şehirlerinden biri olan Tenhi'ye vardık. Artık Kerala eyaletinde değil Tamil Nadu eyaletindeyiz. Pedro bir göz hastanesi ile ilgili haber yapmak istediğinden geldik buraya. Ben Munnar'daki sürekli yağmur ve buz gibi havadan şifayı kapmış durumdaydım. Turistik bir yer olmadığından, güzel bir otelde baya ucuza kaldık. Etrafta görülecek özel hiçbirşey yoktu. Yine de sokaklarda dolaşarak vakit geçirdik.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Son 2 hafta-2


Animal Rescue Kerala



Burası çok güzel. Yeşillikler içinde bir köy yolundan varılıyor. Kovalam'a tuktukla 10 dakka uzaklıkta. 100 kadar köpek, 2 at, 2 tavşan, 1 sincap, 30 kadar kedi koruma altında. Toprak yolun bir tarafında barınak, diğer tarafında kocaman 2 arazi var. Bir arazide Avis'in evi al tarafta da 1 mutfak, banyo ve iki odanın olduğu gönüllü evi var. Diğer arazide ise 2 odalı bir gönüllü evi var. Biz burada kalıyoruz, mutfağımız yok o yüzden yan evde yemek yapıyoruz. Banyomuz evimize bitişik ama dışarda. Bahçemizde 7 köpeğimiz var, yan evde ise 10 kadar köpek var. Gündüzleri 2 at yan arazinin bahçesinde geziyor, akşam uyumaya barınağa gidiyor.
Barınakta hem kocaman kafesler hem de kocaman bahçe var. Her köpek günün yarısını bahçede geçeriyor, ayrıca gönüllüler tarafından hergün yürüyüşe çıkarılıyor. Barınakta serbest dolaşan 20 köpek daha var. Bebek kedi ve köpekler için ayrı bir yer var. Kedicikler oyuncakların olduğu kocaman bir kafeste bakılıyor, büyüyünce dışarı serbestçe çıkabilecekleri büyük kedi bölümüne geçecekler. Sürekli çalışan bir veteriner var, hasta olan hayvanlara hergün tedavisini yapıyor, ayrıca sonra serbest bırakılacak yakalanarak getirilen hayvanların kısırlaştırmasını yapıyor. 4 tane sakat köpek var. Kimisi adi pislik iğrenç mına kodumun insanları tarafından sakat bırakılmış.
Animal Rescue Kerala, hasta ve sakat köpekleri alıyor, bakıyor, sevgi ve güzel bir hayat veriyor. Kimi sabah kapıya bırakılmış hayvanlar evlat ediiniliyor. Kimilerine yurt dışında ev bulunup gönderiliyor.
Sabah 8 gibi kalkıp hindistan cevizi ağaçları altında, köpeklerimzle kahvaltı edip, barınağa çalışmaya gidiyoruz. Önce 2li gruplar halinde köpekleri gezdiriyoruz. Sonra kene ayıklama işi başlıyor, birkaç köpeğinde kenelerin ayıklıyorum. Yavru köpeklerle oynayıp, kedileri seviyoruz. Günde minimum 5 saat hayvanlarla geçirdiğimiz güzel vakit karşılığında ayet güzel br yerde kalıyoruz. Basit hayat! 7 de hava karardıktan sonra yemek yaıp yiyoruz, sonrada kulübemize dönüp bir film seyredi, geceyarısı gibi uyuyoruz.
Burada çalışan herkes çok iyi, 1 veteriner, 1 hemşire, 4 tane de bakıcı var. Elanorla biz 3 gönüllü ve bir de Avis... 2 haftamızı burada geçiricez, o sırada yazamayabilirim, Avis'in evindeki internet bir çalışıyor bir çalışmıyor. Köpekler havlaşıyor, gidip bir seviym haylazları! :) mutluyum...

Son 2 hafta-1

Nişan ve Düğün




Son iki haftamız koşturmakla ve keyif yaparak geçti. Kovalam'dan ayrıldık ve 3 saatlik otobüs yolculuğuyla Roland'ın nişanının ve düğününün yakın bir köyde yapılacağı Kanyakumari'ye gittik.
Kanyakumari Hindistan'ın en en en güney ucu, bir burun, 3 denizin birleştiği yer. Solumuzda Bengal körfezi, karşımızda Hint okyanusu ve sağımızda Arap denizi. İç turizm açısından önemli, 3 denizin karıştığı noktada güneşin batışı da ve doğuşu da denizden, denizin içinde minik 2 adacıkta kimi tapınaklar var. Gayet kalabalık bir yer, o yüzden de pahalı. Yapacak çok şey yok. 16Sındaki nişandan sonra annem gelene kadar zamanımızı klimalı odada tv serederek geçirdik.
Nişan töreni çok enteresandı. Sabah 7 de uyanıp bir taksiyle Roland'ın köyünün yolunu tuttuk. Roland Pedro'nun Portekiz'den arkadaşı, katolik bir Hintli. Hint okyanusunun kıyısında bir köyde yaşıyor ailesi. Erkek tarafı sabah orda toplandık ve arabalara binip gelinin köyüne gittik. Gelinin evine gitmeden önce başka bir evde, nişan hazırlıkları yapıldı. Şık kıyafetler giyildi, geline ve ailesine sunulacak nişan tepsileri hazırlandı. Bir tepside meyveler, bir tepside çiçekler, birinde güzellik alzemeleri, diğerinde nişanlık sari... Sonra Roland odada bir yastığın üzerinde diz çöktü ve herkes onu tebrik edip, iyi dileklerini sundu. Daha sonra önde tepsileri taşıyan çocuklar, arkada aile ve arkadaşlar yürüyerek gelinin evine gittik. Roland en arkadan nişanı kutsayacak papazla arabada geldi. Eve varınca tek tek hediyeler sunuldu, sonra gelin gidip nişanlık sarisini giyip geri geldi, yüzükler takıldı, ilahiler okunurken papaz bizi kutsadı! Burada başlık parasını kız tarafı veriyor, Hristiyanlarda genelde durum bu sanırım. Yüzükler takıldıktan sonra hem gelin hanım hem de damat bey yine yastıkların üstüne diz çöktüler, biz de onları tebrik ettik. Daha sonra muz ağacı yaprakları üzerinde servis edilen nişan yemeğini ellerimizle afiyetle yedik!!!
19u sabahı Rezoş annem bizi ziyarete yanımıza geldi, onunla Kanyakumari de gezdik ve 20sinde düğüne gittik... Evlilik merasimleri renkli ve değişik. Sabahın 6sında yine Rolandların köyünde toplanıldı, arabalarla iki tarafın köyünün ortasında bir kasabaya gidildi. Önce düğün salonu diyebileceğim bir yerde, bando ve palyaçoyla karşılandık! İçerisi tiyatro salonu gibiydi, afili 2 koltuğun olduğu sahne ve sahneye dönük sandalyeler. Geline burda yine hediyeler verildi, gelinlik sarisini giydi gelinimiz, kahvaltı servisi yapıldı sonra da bandonun yürüme hızında arabalarla kiliseye gittik. Gelinle damatı kapıda papazlar karşıladı, dualar eşliğinde içeri aldı. Sonra ayin başladı ve bitmek bilmedi, tüm kilise ahalisi uzun uzun konuşma yaptı, tek kelimesini anlamadığımız bu konuşmalar sırasında, Pedro foto çekti, biz de annemle kaçıp kaçıp dışarıda sigara içtik. Hehehe
Kiliseden çıkıp önceki düğün salonuna döndük, gelinle damatı tebrik edip, öğlen yemeğimizi yedik.
O mekanda baya bir süre kaldıktan sonra, herkes dağıldı, biz Roland'ın köyüne döndük. Akşam düğüne katılamayanlar için evlerinde minik bir parti yapacaklardı ama biz çok yorgun olduğumuz ve partiye daha 4 saat olduğu için kalmayıp, güzel klimalı televizyonlı odamıza döndük.
Kanyakumari'den tekrar Kovalam' döndük... Rezoş sayesinde yine güzel, klimalı ve tvli bir otelde kaldık! 3 gün boyunca dalgalarla oynayıp, keyif yaptık. Kovalam'daki son günümüzde önümüzdeki 2 haftamızı değiştiricek Elanor'la tanıştık. Elanor 23 yaşında İngiliz. Şubat'dan beri gönüllü olarak kimi yerlerde çalışarak seyahat ediyor. Şu andada Avis adında bir ingiliz kadının kovalam'ın çok yakınında kurduğu hayvan barınağında gönüllü çalışıyor. Annem ertesi gece yanımızdan ayrılıyordu, ertesi gün hemen gidip hep beraber hayvan barınağına baktık. Harika bir yer, hem buraya gelen hayvanlar hem de gönüllü çalışanlar için! O gün annemin uçağının kalkacağı Trivandrum'a gittik, bir otelde kalıp, gece annemi yolcu ettik. Sabah ise uyanıp 2 hafta gönüllü çalışacağımız Animal Rescue Kerala'ya geldik...